@ Şaşı Beş Haller
kimsenin ne olduğunu bilmediği o şeyi arıyorum bende. aramıyorum da esasen. kendiliğinden gelip beni bulacağına inanıyorum.

@ Anlaşılamamak Fanzin
her şey senin düşündüğünden daha karmaşık. doğru olanın, sadece onda birini görüyorsun. verdiğin her karardan etkilenecek milyonlarca şey var. her seçim yaptığında hayatını mahvedebilirsin. ama belki de aradan 20 yıl geçer... ve sen asla ama asla neden böyle olduğunu anlayamayabilirsin.

@ elleriBeyaz
şahsa münhasır dans figürleri sergileyen bir hayatı var... arz-talep dengesini hayatının hiçbir vadesinde tutturamamış. sever cümle kurmayı da kurmaya üşenir.

@ hellevean
biliyorum siz hiç, bir şeyler yapıp sonra acaba demediniz. siz kararlıydınız, siz mükemmeldiniz. siz aldatmadınız asla, aldanmadınız. gözyaşlarınızı melekler taşırdı sizin, ağlatmazdınız. kadife eldivenler giyerdi elleriniz, dokunmaz, can yakmazdınız. yakamazdınız. karıncayı bile incitemezdiniz ki siz.

@ her şey yerli yerinde
hep kendimi dövdüm ben ellerimle. tırnaklarımla. dişlerimle. saçlarımla. üzerime geçirdiğim o yeşil ceketin simsiyah olması, saçlarımın içine toz toprak karışması pahasına kendimi dövdüm. kimse beni dövmedi ben kendimi dövdüm. bir de çok lunaparka gidip ölürüm ben. siz hiç manik atlı karınca gördünüz mü?

Cumartesi, Nisan 23

ölü sözler

“Yazarsam rahatsız ediyorum. Film çevirirsem rahatsız ediyorum. Resim yaparsam rahatsız ediyorum. Resmimi gösterirsem rahatsız ediyorum, göstermesem de rahatsız ediyorum! 'Rahatsız etme' bende gelişmiş bir beceri… Ölümümden sonra da rahatsız edeceğim.
Gide gibi şunları söylemiyorum: ´Git, aileni ve evini terket.´ Diyorum ki; kal ve karanlıkların içinde kendini kurtar. Bu karanlıkları dikkatle incele. Onları gün ışığına püskürt…”
(...)
Ölümünden sonra bir yazarın günlüğünü okumak, kendisinden uzun bir mektup almış gibi hissettiriyor. Hayatta her şey, aşk bile, ölüme doğru hızla giden bir trende. (...) İnsanın kendisinin yaşam ya da ölüm dışında tecrübe ettiği bir durum. Yedi kez en iyi dostlarımı kaybettim, ki bu durum, Tanrı’nın bana farketmeden verdiği yedi armağan demek aslında. Bana arkadaşlık bahşetti. Sonra onu aldı. Sonra yenisini gönderdi. Kedileri, evimi sevdiğim için seviyorum. Kediler yavaş yavaş, evin görünen ruhları oluyor. Müptela olduğum şey kendim değilim, sadece bedenim. Doğduğum an ölüm de kalkıp yürümeye başladı. Bana doğru geliyor, acele etmeden. Ölümü görmediyseniz aynaya bakabilirsiniz, orada cam kavanozda vızıldayan arılar gibi dolaştığını göreceksiniz. Ben, her zaman doğruyu söyleyen koca bir yalanım. Size önemli ve üzücü bir haberim var: Ben ölüyüm.

Jean Cocteau
Perşembe, Ocak 14

babil sendromu

“(…) Yasa zorunludur, kural kaçınılmaz. Kuralda anlaşılacak bir şey yoktur. Tarafların kendi aralarında anlaşmaya ihtiyaçları yoktur. Birbirleri için gerçek değildirler -ancak paylaşılırsa varolan-, bu açıdan da paylaşılmadan hüküm sürebileceklerini öne süren gerçek ve yasadan üstün olan, aynı yanılsamanın suç ortağıdırlar. Hiç kimse yasa önünde eşit değilken herkes kural önünde eşittir, çünkü kural keyfidir. O halde tek gerçek demokrasi, oyununkidir. Yoksul sınıfların oyuna saldırırcasına rağbet etmelerinin nedeni budur. Oyunun kazanımı eşitsizse de şansın dağılımı eşittir çünkü bu durum rastlantının dağılımıdır. Bu “servettir” [talihtir] ama bu eşitsizlik için vicdanınız önünde hesap vermek zorunda değilsinizdir. Şansın dağılımı ne adildir ne de adaletsiz. Böylece Babil toplulukları eninde sonunda kaderlerin tesadüfi dağılımını tercih ederler çünkü bu onlara tam bir masumiyet içinde hareket etme özgürlüğünü verir. (…) En ufak bir düşüncenin, kelebeğin en küçük kanat çırpışının yaratılışın bütünsel programında hesaplanabilir olması, bunun da her birimize en fazla sorumluluğu getirmesi düşüncesi çok yorgunluk vericidir. Bu saplantıdan piyangoyla ve rastlantısal taşkınlıkla kurtulduk. Sadece bizim değil, Tanrıların ve hiç kimsenin de karışmadığı sayısız süreç olduğunu bilmek ne kadar rahatlatıcı! Eskiler bizden daha kurnazdılar. Dünyanın, rastlantılarının, değişkenliklerinin sorumluluğunu Tanrılara emanet etmişlerdi; bu da onlara keyiflerine güre davranma özgürlüğü veriyordu. Tanrılar oyunu, kaosu dünyanın gerçeğini değil yanılsamasını canlandırıyorlardı. (…)”
Pazartesi, Ocak 11

denemektir hayat


Pazartesi, Haziran 1

rastlantı

...bütün tarlayı homurdanarak yarıp geçiyordu domuz. ben seyrediyordum. elimdeki çifteliyle çok yaklaşmadan bıraktığı yığıntıyı izledim. durduk ikimizde sonra...

yeri kokladım, toprağı deşeledim. o ürkek kalbi atarken bana bakıyordu hiç farketmemişim gibi. elindeki çifteliyi iyice kavradı. belli ki korkuyordu çünkü ayağındaki ayakkabılar plastikten başka birşey kokmuyordu. o, buraları tanımıyordu... sonra bizi buraya getirdiler hakim bey. başka hiçbir şey bilmiyorum, dediğinde çocuk; akşam oluyordu yine. o cesetle ilgisi olmadığına sadece ben inanıyordum.
Perşembe, Nisan 17

sevgili,

bir temmuz beklerken;
herşey yitik ama mağrur halde,
iffetsiz kadınlar - bilge kadınlar
gibi donacak önümüzde. bekle...
Cuma, Mart 21

suyun yan etkileri

naftalin kokusundan uyanmak zordur. bunu en iyi babası gaib olan bilir. bir de yağmurdan kaçan. olur olmaz hevesler sömürüp yastığının altında saklayabilirdin; eğer büyümeseydin. eğer uyanmasaydı o! sessizce uzlaşacaktın belki de bizimle bile. aynaya baksa utanır. su gösterir sana kara yüzünü. nefesini tutarsın.

hep diğeri uyandırdı uyumak isteyeni. eli kolu bağlı hani henüz. biraz daha kafein, sigara falan. sabretmek için destek birimleri devreye sokulacak, yoksa ziyan. çiselemekte su. düşlerin dibine dibine yağmakta. meleklerin eli değiyor saçlarına ve omuzlarına. çıkıp koşarsın. koşa koşa gelirsin yamacıma. uyumak için tutarsın nefesini. yağmurla yıkanır ancak günahlar. yüzüğün çıkmıyor parmağından. anahtarı öldürdüğün gardiyanda bırakmışsın. seni ne ıslatır diye düşünürsün. bulamazsın.
Salı, Mart 11

terelelli

başımın dibindeyim. bazenler ancak yaşanan değil mi le'poema? bir plaktan diğerine kadar dalgınlık mı yaşanan yoksa? inan ki zatüre olmuşum, öyle fenayım yani. seni o ufacık odadan çıkarıp götürmeye gelirsem anlarsın beni. hatırlamak için bile olsa bilincimin altında kalmana izin vermem! hiç olmadı, bir çerçeveye yerleştiririm suretini. biraz alkol alırız seninle. dans ederiz bilmem ne yaparız; affederiz beni sonunda. "bir daha yapmayacağım" derim/dersin/derler. unutulakalan ne hatırlanmışsa yine unutulur böylelikle. hatırlamak için unutulagelsin çehreler. ne yani, hasta olmazsak nice olur doktorların hali? öyle değil mi?
Perşembe, Haziran 8

git-gel enjeksiyon

nidalar "hane" içindeki huzur oranına endirekt temas eder. misal, "hasretinden prangalar eskittim" diyordu 80 öncesi beyaz kalın atkılar takıp, nikotinden rengi kızıla çalan bıyıklarını uzatan gençlik. şimdi "hasretinden psikopata bağladım lan" ya da, "seni geberir gibi seviyorum" deniyor bağdat caddesinde, sanırsınız ki koyun boğazlıyorlar, bunları bilelim. "hanene ay doğacak" çok eski bir fal deyimiydi, şimdi "kulağın kaşınıyor pamuklu çubuk yetmez ancak usb kablosuyla şifa bulursun" diyorlar, üstüne de bahşiş gerekiyor tabii. ve de, demir para ile verilen bahşişin, garsonun hızla kaptığı deri kaplı hesap defterinin arasından düşünce ortaya çıkan tınlamanın üstüne kısa film çekilmeli bence.
_ _



V A Z İ Y E T K Ö T Ü !